<<Önceki Yazım
Tesettür fikri aklımda
adım adım oluşmaya baslamıştı. Haziran ayıydı. “Acaba bende tesettüre
girebilir miyim ki?” diye düşünmeye başladım. İlk defa böyle şeyler
düşünüyordum. O zamana kadar "30' lu yaşlarımda kapanırım belki" diyen benin
aklına böyle bir düşünce düşüvermişti işte. “Nasıl giyinilmeli, hakiki
tesettürlü insan nasıl olmalı, tesettürün ölçüsü ne olmalı?” sorularına
cevap aradım önce. Bunu araştırarak başladım. Bu süreçte çok garip yazılarla
karşılaştım. Tesettüre girmek isteyen insanları korkutan mı dersin, soğutan mı
dersin? Her telden insan mevcuttu. Örneğin 14 yaşında tesettüre girmek isteyen
küçük bir kardeşimize “Çarşafa girmeyeceksen, tesettüre hiç girme, böyleleri
tesettürü lekeliyor. Hakkımı helal etmiyorum” gibi söylemler. Akıl işi
olmayan sözlerdi. Ama ben bunu o hassas dönemimde üstüme alındım. Tesettür
zaten zor bir iş. Bu şekilde insanları korkutmak da büyük bir günah. Bu şekilde
davranarak kendinizi hakiki Müslüman mı sanıyorsunuz anlamıyorum. Köstek
olmanın bir mantığı olduğunu düşünmüyorum. Sinirlendim bak yine.
Neyse.
Ve suskunluğumu senaryosunu çok çok beğendiğim bir diziyle bozuyorum.
The Legend Of the Blue Sea.
Özgün bir senaryosu vardı. Denizkızı motifi dizilerde hiç bu kadar tadı damağımızda kalacak şekilde işlenmemişti.
Reenkarnasyon inancının bu kadar göze sokulduğu bir diziye de rastlamamıştım uzun zamandır.
Ana konusu: Eski zamanlarda yaşamış bir vali ile bir deniz kızının karşılaşmasıyla gelişen bir takım olaylar sonucu mutlu sonla bitmeyen bir hikayenin, günümüzde yeniden yeşererek mutlu son için çabalamalarını konu alıyor.
Ben diziyi çok sevdim. Bazı kısımlarda bunalanlar olmuş ama bende böyle bir durum söz konusu olmadı.
Lee Min Ho'nun başarısız bir oyunculuk çıkardığına inanmıyorum ayrıca Denizkızı rolüyle Jun Ji-Hyun harikalar yaratmış.
Romantik, yer yer sizi güldüren ve "özgün" bir dizi arayışı içerisindeyseniz eğer muhakkak izlemeniz gerektiğine inanıyorum.
Çekimleri de havalı yerlerde yapılmıştı.
Pempe inci yüzük olayı beni dizide en çok etkileyen kısımlardan biri oldu.
O bölümü izler izlemez inci yüzük arayışına girdim. Hatta tektaş yerine daha akılcıl bir alternatif olarak giriverdi aklıma. Kesinlikle zamanı geldiğinde bunu değerlendireceğim :)
-Bundan sonrası ağır spoiler içerir-
Başak
tarlalarının saklı köşelerinden sesleniyorum. İçinde dur durak bilmeyen öfkeye
inat yenilmiyorum bugün.
O kötü
günlerim anısına yazıyorum. Unutmadım sizleri. Her bir anı hatırlıyorum.
Nefes alamayıp
akşamın kör vaktinde kendimi sahile atışımı mesela. Durup denizi izleyişimi. Nerede yanlış yaptığımı kavrayamadığım o buhranlı anlarımı.
İki kalbin aynı
kişi için çarptığı o korkunç manzarayı hatırlıyorum mesela. İşte o zaman
durduğumu. Etrafı izlemeye koyulduğumu. Ama buna izin verilmeyip sırtımdan
vurulduğumu. Yıprandığımı,
yıpratıldığımı hatırlıyorum.
"Çekil aradan! Neden dolanıyorsun ortalıkta" denildiğini, çekip giderken umulmadık bir yüreğin
peşimden koşup bir gölge gibi beni takip ettiğini. Kovsam da gitmediğini
hatırlıyorum.
Denizin beni
buralardan götürmek için çağırdığını hatırlıyorum. Öldüm dediğimi ama yine de
yaşadığımı hatırlıyorum.
Bu dünyaya ait
olmadığımı hatırlıyorum. İşte bu yüzden yazıyorum.
Dünya(m)a dönmek
için yazıyorum!