Merhaba dostlar,
2018 Kış Okuma şenliği için seçtiğim bir kitaptı. Yakın zamanda bitirdim. Kitap denemelerden oluşuyor. Yazar kitabı yazma amacını ilk sözünde açıklıyor:
Yakama yapışan cümleleri yazdım. Bir cümle insanın yakasına yapışır mı demeyin, yapışır. Gördüklerimi, hatırladıklarımı, sayıkladıklarımı, unuttuğumu sandıklarımı, gözlerimi kapatır kapatmaz zihnime üşüşenleri yazdım. Aklıma ilk geldikleri halleriyle yazdım cümleleri. Bir küçük gazete haberini, bir film sahnesini, yolda gördüğüm insanları yazdım. Çoktan kabuk bağladığını düşündüğüm yaralarım vardı. Yanılmışım. Yazmaya başlayınca onlarda bir bir sızlamaya ve bazen de kanamaya başladı. En çok tekrarladıklarım, en çok ihtiyaç duyduklarımdır. Bundan öte bir amacım yok.
Denemelerinde bahsettiği konularda çok güzel özetlenmiş:
Camlardan ölesiye sarkan gündelikçi kadınlar, elindeki eczane poşetleri ile çaresiz bekleyen yaşlı adamlar, pazar yerlerinde artık toplayanlar, eskimiş kıyafetleri ile düğün salonlarında şarkı söyleyenler, sefer tasından unutulan genç adamlar ve diğerleri..Her şey hızlı akarken yavaş gidenleri yorulanları rekabete güç yetiremeyenleri ve onların mekanlarını anlatıyor.
Yorumum:
Tarık Tufan'dan daha önce Beni Onlara verme ve Hayal Meyal kitaplarını okudum. İkisi de çok güzeldi. Bu kitabı onlara nazaran daha az sevdim. Bana hitap etmediği kısımlar oldu.
Ama en sevdiğim kısımlar genelde Filistin, Gazze, kapitalist sistem, pazardan artık toplayan teyzeler ile ilgili yazdıklarıydı.
Kitabın adı da bir ayet. Yazar şehre kan ter içinde koşarak gelen adamı; "İşte o adam benim kahramanım" diye izah ediyor.
Peki o adam ne yaptı da, kahraman oldu?
Kuran'ın kalbi olan Yasin Suresinin 20. ayetinde söz edilir bu adamdan. Ayet şöyledir:
Hayrat Neşriyat (36/YÂSÎN-20: Derken şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi; dedi ki: 'Ey kavmim! (Bu)elçilere uyun!')
Olayın geçtiği yerin Antakya, şehir halkının en cesuru olan kişinin de Habib’un Neccar isimli bir iman eri olduğu genel kanaati vardır.
Kavmine elçilere uyun dese de Onlar "Vay sende mi onların dinindensin" demişler ve taş yağmuruna tutmuşlardır. Tam öleceği esnada ona 26. ve 27. ayette meali verilen söz söylenmiştir.
Diyanet Vakfi: (26-27) Gir cennete! denildi. «Keşke, dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!»
Bu kıssa Yasin Suresinin 13 ile 29. ayetleri arasında geçmektedir. Gerçekten çok etkileyicidir.
Kitapta size hitap eden denemeler olduğu gibi, olmayanlar da olabilir. Belki de hepsi size uyum sağlayacaktır bilinmez.
Sohbetvari bir kitaptı.
Sevgilerimle...
Merhaba dostlar,
Kış Okuma Şenliği'nin ilk kitabını; Jack London'ın Vahşetin Çağrısı kitabı olarak belirlemiştim.
Konusu:
Kuzey'de altının bulunmasıyla birlikte, insanlar akın akın kuzeye gitmeye başlar. Kuzeye gitmek için tek yol ise köpeklerin süreceği kızaklarladır. Buck, Güneyde zengin bir aileyle yaşayan güçlü ve çok akıllı bir köpektir. Buck bu aileden kaçırılarak yeni sahipleriyle birlikte Kuzey'e gitmeye başlar. Çok merhametli ve çok naif olarak yetişmiştir. İlk zamanlar ayaklarına makosen giydirilerek yolculuk eder. Zamanla zorlu şartlara bağışıklık kazanır, kasları gelişir. Kısa zamanda sahiplerinin dikkatini çeker. Çünkü kendi ırkından daha güçlü, çevik ve akıllıdır.
Merhaba dostlar,
Bugün bir arkadaşımla Sopung Kore Pasta ve Yemekleri mekanına gittik. İlk defa gittik ama daha önce bu mekanın methini duymuştuk. Çok sade ve güzel bir yer. Ben çok beğendim. Yemekleri de çok güzeldi, tekrar gitmek istiyorum :)
"Çetin geçen bir kış mevsiminin ardından bir daha hayata dönememiş bitkiler gibi hissediyorum kendimi."
Tarık Tufan'dan okuduğum ikinci kitap.
Daha önce "Beni Onlara Verme" isimli öykü kitabını okumuş ve çok beğenmiştim.
Bu kitabı da Tüyap kitap fuarından almıştım.
Hemen yorumuma geçiyorum;
Kitap bir hastane odasında başlıyor. Ana karakterimiz, kanserin hemen hemen bütün bedenini işgal ettiğini öğreniyor. Doktor "Umut her zaman vardır" dese de, o teslim olmaya kararlı. Bu lafları çok duyduk diyerek hastalığa teslim olduğunu söylüyor ve yineliyor: Ölüyorum!
Merhaba dostlar,
Dostoyevski'den okuduğum ilk eser.
Daha önce Kumarbazı okumaya çalışmış ama hiçbir şey anlamamıştım.
-O zamanlar 12 yaşımdaydım. Bunun bir etkisi olabilir tabii-
Vakit kaybetmeden yorumuma geçiyorum o halde
Yorumum:
-
Müzik eşliğinde okumak için tıktık;-
MAVİ BİR DENİZDEN MAVİ BİR GÖKYÜZÜNE
Öyle bir adam seviyorum ki
Mavinin bütün tonlarını taşıyor kanatlarında.
Karanlığın ötesinde,
Aydınlığın bir adım gerisinde.
Mavinin tüm tonlarını taşırken içinde,
Siyahla beyaza hiç bulaşmayan bir adam.
Mavi gökyüzüdür bayım.
Siz o görünmeyen kanatlarınızın altında
Tam göğsünüzün sol tarafında göçmen kuşları ağırlıyorsunuz.
Mevsim hazan.
Mevsim kavuşma vakti.
İklim değişimine inanmayan bir kuş size doğru geliyor.
Evet bayım,
Kuşları severim,
Siz benim gökyüzümsünüz.
Konuşmak her zaman iyi değildir.
Bazen sustukça susası gelir insanın. Susmaya alıştıkça konuşmayası gelir. Tek kelime etmeyesi gelir.
Gerçek olmayanları gördükçe yaşamayası gelir, bıkası gelir insanın.
İşte o zamandan sonra hep sükut edesi gelir insanın.
Tek kelime dahi kalmaz heybesinde.
Çünkü kelimesi de, tahammülü de kalmamıştır geriye.
Sadece kendisi kadar konuşur, kendisine kadar konuşur.
Az konuşur, benliğini hiç edercesine konuşur.
Konuştukça bilmez, sustukça öğrenir.
Bildiği kadar susar.
Hiçliği kadar konuşur.
Sustukça gidesi kadar konuşur.
Merhaba dostlar,
Bugün çerezlik bir animeyi
tanıtacağız. Peki bu ''Çerezlik Anime'' tabiri ne manaya geliyor.
Çerezlik anime, biz Türk anime severlerin
kullandığı fazla vakit almayan, izlemeye başladığımızda ne ara bittiğini anlamayacağımız animelere karşılık gelir. Genellikle 11-12-13
bölümlük animelere tekabül eder.
Başlıktan anlayacağız gibi Tasogare Otome x Amnesia'yı ele alacağız.
Yine fazla
spoiler'a girmeyi düşünmüyorum. Ev hanımlarının tabiriyle şöyle bir kabasını
alacağız.
İnsanlar kocaman şehirlerde ceviz kadar
zihinlerin içinde yaşıyordu. Küçücük köyümüzdeki zihinlerde ise kocaman
fırtınalar kopuyordu.
Merhaba dostlar,
Geçenlerde yaşadığım bir olayı sizinle paylaşmak için geldim buralara.
Yakın bir zaman önce henüz altmışlı yaşlarında olan bir teyzeye rast geldim."Ah şu gençlik" diye başladı anlatmaya. Ben sizin yaşınızdayken şöyle giyinirdim, böyle giyinirdim. Kıyafetime göre oje sürer, makyaj yapardım. Her gün başka bir arkadaşla gezerdim. Hızlı yaşadık fakat güzel yaşadık. "Şimdi de keşke dönebilsem o günlere" diyerek noktaladı sözlerini.
Merhaba dostlar,
Bu sene 28 Şubat - 5 Mart tarihleri arasında 4. CNR Kitap Fuarına 4 Mart tarihinde katılmış bulundum. Tüyap'a göre daha az kalabalık olan bu fuar, tabii ki rahatça dolaşmak açısından bir velinimetti :)
Birçok yazar ve okuyucu teşrif etti. Wattpad okuyucularının bağırış çağırışlarını saymazsak, bizim için de çok keyifli geçtiğini söyleyebilirim.
Merhaba,
Uzun zaman bu gibi düşünceler benimde kafamda dolaştı. En çok da "Senin her şeyin tam mı da tesettüre girmek istiyorsun?" sorusunu yönelttim kendime. Tabii ki böyle korkularımız olabilir ki benim de oldu. "Acaba yapabilir miyim, acaba başarabilir miyim, çevrem ne diyecek, iş bulabilir miyim?" gibi tonlarca soru belirdi kafamda.
Sonuçta tesettüre girdiğinizde insanlar, -tesettür sadece size farz olmuş- gibi davranıyor, hatalarınız devleşiyor ya da açık olduğunuz zamanlarda bile yakınlarınızdan, tesettürlü insanlara dair; "Birde kapalı olacaklar, korkacaksan açıklardan değil, kapalılardan korkacaksın" gibi çirkin genellemeler duyuyorsunuz. Bunlar da zaman içinde bilinçaltınıza yerleşiyor.
<<Önceki Yazım
Tesettür fikri aklımda
adım adım oluşmaya baslamıştı. Haziran ayıydı. “Acaba bende tesettüre
girebilir miyim ki?” diye düşünmeye başladım. İlk defa böyle şeyler
düşünüyordum. O zamana kadar "30' lu yaşlarımda kapanırım belki" diyen benin
aklına böyle bir düşünce düşüvermişti işte. “Nasıl giyinilmeli, hakiki
tesettürlü insan nasıl olmalı, tesettürün ölçüsü ne olmalı?” sorularına
cevap aradım önce. Bunu araştırarak başladım. Bu süreçte çok garip yazılarla
karşılaştım. Tesettüre girmek isteyen insanları korkutan mı dersin, soğutan mı
dersin? Her telden insan mevcuttu. Örneğin 14 yaşında tesettüre girmek isteyen
küçük bir kardeşimize “Çarşafa girmeyeceksen, tesettüre hiç girme, böyleleri
tesettürü lekeliyor. Hakkımı helal etmiyorum” gibi söylemler. Akıl işi
olmayan sözlerdi. Ama ben bunu o hassas dönemimde üstüme alındım. Tesettür
zaten zor bir iş. Bu şekilde insanları korkutmak da büyük bir günah. Bu şekilde
davranarak kendinizi hakiki Müslüman mı sanıyorsunuz anlamıyorum. Köstek
olmanın bir mantığı olduğunu düşünmüyorum. Sinirlendim bak yine.
Neyse.
Ve suskunluğumu senaryosunu çok çok beğendiğim bir diziyle bozuyorum.
The Legend Of the Blue Sea.
Özgün bir senaryosu vardı. Denizkızı motifi dizilerde hiç bu kadar tadı damağımızda kalacak şekilde işlenmemişti.
Reenkarnasyon inancının bu kadar göze sokulduğu bir diziye de rastlamamıştım uzun zamandır.
Ana konusu: Eski zamanlarda yaşamış bir vali ile bir deniz kızının karşılaşmasıyla gelişen bir takım olaylar sonucu mutlu sonla bitmeyen bir hikayenin, günümüzde yeniden yeşererek mutlu son için çabalamalarını konu alıyor.
Ben diziyi çok sevdim. Bazı kısımlarda bunalanlar olmuş ama bende böyle bir durum söz konusu olmadı.
Lee Min Ho'nun başarısız bir oyunculuk çıkardığına inanmıyorum ayrıca Denizkızı rolüyle Jun Ji-Hyun harikalar yaratmış.
Romantik, yer yer sizi güldüren ve "özgün" bir dizi arayışı içerisindeyseniz eğer muhakkak izlemeniz gerektiğine inanıyorum.
Çekimleri de havalı yerlerde yapılmıştı.
Pempe inci yüzük olayı beni dizide en çok etkileyen kısımlardan biri oldu.
O bölümü izler izlemez inci yüzük arayışına girdim. Hatta tektaş yerine daha akılcıl bir alternatif olarak giriverdi aklıma. Kesinlikle zamanı geldiğinde bunu değerlendireceğim :)
-Bundan sonrası ağır spoiler içerir-
Başak
tarlalarının saklı köşelerinden sesleniyorum. İçinde dur durak bilmeyen öfkeye
inat yenilmiyorum bugün.
O kötü
günlerim anısına yazıyorum. Unutmadım sizleri. Her bir anı hatırlıyorum.
Nefes alamayıp
akşamın kör vaktinde kendimi sahile atışımı mesela. Durup denizi izleyişimi. Nerede yanlış yaptığımı kavrayamadığım o buhranlı anlarımı.
İki kalbin aynı
kişi için çarptığı o korkunç manzarayı hatırlıyorum mesela. İşte o zaman
durduğumu. Etrafı izlemeye koyulduğumu. Ama buna izin verilmeyip sırtımdan
vurulduğumu. Yıprandığımı,
yıpratıldığımı hatırlıyorum.
"Çekil aradan! Neden dolanıyorsun ortalıkta" denildiğini, çekip giderken umulmadık bir yüreğin
peşimden koşup bir gölge gibi beni takip ettiğini. Kovsam da gitmediğini
hatırlıyorum.
Denizin beni
buralardan götürmek için çağırdığını hatırlıyorum. Öldüm dediğimi ama yine de
yaşadığımı hatırlıyorum.
Bu dünyaya ait
olmadığımı hatırlıyorum. İşte bu yüzden yazıyorum.
Dünya(m)a dönmek
için yazıyorum!